sy/istanbul

13 March 2014
17 February 2014
10 February 2014
17 December 2013 | Las Palmas/Gran Canaria
25 November 2013 | Fuerteventura-Gran Tarajal
21 November 2013
07 November 2013 | Lanzarote
04 November 2013 | Lanzarote
28 October 2013 | Lanzarote
12 September 2013 | rabat
02 September 2013 | Cebel-i Tarık
08 August 2013 | Ibiza
01 August 2013 | Sardegna
15 July 2013 | Palermo
05 July 2013 | Trizonia
03 July 2013 | Trizonia
10 June 2013 | palamutbükü
31 May 2013 | marmaris
05 May 2013 | marmaris

Marmaris-Santorini

03 July 2013 | Trizonia
İstanbul ve Ankara'daki ailelerimizle vedalaşıp Marmaris'e, teknemize döndüğümüzde Haziran başı olmuştu. Birlikte marinada kışladığımız arkadaşlarımızın çoğu mayıs ayında marinadan ayrılmıştı. Bizim gibi önümüzdeki kış Atlantik geçişi yapacak 2-3 tekne hala hazırlıklarına devam ediyordu.

Son alış-verişlerimizi de yapıp tekneyi neta ettikten sonra Marinada artık az sayıda kalan dostlarımızın uğurlamasıyla 6 Haziran perşembe günü ayrıldık. Eski bir geleneğe uyarak, Pontona eskiyen sandaletlerimizi bıraktık. "Bunlar burada dursun, biz şöyle bir gezip geleceğiz ve onlar bizim karadaki kökümüz" dercesine bıraktık onları. Aradaki geçen günlerde, marinada kalan arkadaşlarımızdan gelen mesajlarda hala bıraktığımız sandaletlerin orada olduğu haberleri bizi birazcık hüzünlendirdi tabi.

Marinadan çıkınca eski uygulamadan farklı olarak gümrük iskelesine yanaştık mecburen. Artık kural buymuş. Pasaport polisinin pasaportlarını damgaladığı kişileri bizzat görmesi gerekiyormuş artık. Bu uygulama ve uygulanış biçimi "ancak Türkiye'de olur!" dedirtecek cinstendi. Pasaport polisine gidebilmek için bir ponton yapılmış. Mecburen buraya yanaşıyorsunuz ve sizden kaldığınız 15 dakika için 25 TL ücret alıyorlar. Pasaport polisinin görebileceği bir banka oturup çıkış işlemlerini yapan acenta temsilcisinin "işte resimlerdeki kişiler bunlar" diye göstermesi ve gerekli çıkış damgalarını aldıktan sonra evraklarınızı alıp limandan ayrılabiliyorsunuz. Eskiden kimin girdiği, kimin çıktığı belli olmayan bir uygulamadan buralara gelmek şaşırtıcı. Vur deyince öldürmek buna deniyor galiba...

Tabi bunun bir de Yunanistan bacağı var. Turizm tecrübeleri bizden hayli fazla olan komşumuzda, yabancı göçe maruz kalması gerçeğine rağmen işler bence daha güzel yürüyor. Rodos'da daha önce geleceğimizi bildirdiğimiz Navigo acentası sahibi Nicolas'ın elemanları bizi liman girişinde karşıladı. Ve kıçtan kara olacağımız yeri gösterdiler. (Rodos’a acenta olmadan giriş yapabilirsiniz ama limandaki yerleri acenteler parsellemiş). Elektrik-su bağlanmasını sağladılar. Acentanın Türkçe konuşan personeli teknede biraz beklememizi söyleyerek gitti ve 10 dakika sonra evraklardaki resimlerimizle bizim aynı kişiler olup olmadığımızı kontrol etmek için teknemize gelen resmi bir görevli bizi gördü ve giriş işlemimiz transit logumuzun bize teslim edilmesiyle sonlandı. Sadece büyük tatil köylerindeki az harcama yapan turistin fazlalaştığını şikayet eder dururuz kendi kendimize; bir de kendimizi motoryat olur, yelkenli olur kendi teknesi ile yurdumuza gelmiş yabancının yerine koyun ve hınç alırcasına gümrük görevlisinin karşısında sigaya çekildiğinizi düşünün. Tekne turizminin neden daha çok artmadığının cevabını bulmanız eminim çok çabuk olacaktır.

Rodos hem bizim bildiğimiz, hem de Türk kıyılarına yakınlığı dolayısıyla bir çok yatçımız tarafından ziyaret edilen bir ada. Rodos Şövalyelerine ait eski şehirin iyi korunduğunu ve mimarisine dikkat edildiğini kolayca görebilirsiniz. Rodos ziyaretinin bizim için bir önemi daha var. Yanımızda götüreceğimiz milli içkimizi Rodos'tan alacağız. Yunanistan çıkışı yapmadığımız için vergisiz (tax free) alamadığımız rakının fiyatı, Türkiye'den çıkış yaparken uğradığımız vergisiz satış yapan mağazadan daha ucuz. Neyse, biz alacaklarımızı kifayetli miktarda aldık ve bizim için bu konu uzunca bir zaman için gündemimizden çıktı.

Rodos sonrasındaki durağımız Astipalaia’ya sakin bir havada başlayan ve derken sertleşen karayel ile geldik. Dört sene önce yine bir Ege seyrimizde Astipalaia adasının Kuzeydoğusunun iç tarafında bulunan her havaya kapalı Vathy koyunda bir karayel fırtınasında sığınıp 3-4 gün kadar kalmış, köydekilerle arkadaş olmuştuk. Yunanistan'da "Vathy" neredeyse her adada rastlayabileceğiniz bir isim. Anlamı "derin" demek. Vathy koyundaki tek taverna Galini. Bu isim de Yunanistan'da sahil köy ve kasabalarında çok rastlanır bir isim. Anlamı, sakin-dingin demek. Biz koyu daha önceki gelişimizden bildiğimiz için demirdeki teknelerin bakışları altında sahildeki tavernaya yöneldik ve hemen önüne aborda olduk. Halatlarımızı almaya Tavernanın sahipleri olan yaşlı çift Aleko (Aleksandridis) ve Rula (Stavrula)'nın Astypalaia'nın merkezinde oturan kızları Maria geldi. Tek kelime İngilizce bilmeyen Maria'dan Aleko'nun üç sene önce vefat ettiğini, annesi Rula Hanımın ayaklarından birer sene arayla ameliyat olduğunu öğrendik. Artık Rula ne mutfakta, ne serviste çalışabiliyor.. Tavernanın mutfağında televizyon seyrediyor veya taverna da kendine yaptığı yerden durumu kolaçan ediyor. Halini hatırını sorduk kısıtlı Yunancamızla. Geçen gelişimizde iyi dost olduğumuz köyün balıkçısı Lefter'i (Lefteridis) sorduk. Teknesine mazot almak için bir iki günlüğüne gittiğini öğrendik Maria'dan. Lefter'in bizim için hazırladığı çiğ istiridyeler, ve hala İstanbulda ki evimizde duran, kayasıyla birlikte bize hediye ettiği istiridye geldi aklımıza. Tavernada fiyatlar biraz artmış. Aleko'nun gülen yüzü de artık yok. Birşeyler yedikten sonra teknemizde erken saatte yatıp seyir yorgunluğumuzu attık. Sabah tavernanın önünden ayrılıp Vathy'ye veda ederek Santorini'ye doğru yola koyulduk. Ama Vathy'nin bizi böyle erken bırakmaya pek niyeti yoktu. Hokka gibi her havaya kapalı koyun dışına çıktığımızda, bizi bir önceki günün karayeli üzerine koydukça koymuş, dalga boyu ikibuçuk metreyi bulan, tam pruvamızdan gelen sert bir hava karşıladı. Zamanımız varken boşu boşuna dayak yemenin alemi yok diyerek geri dönüp koyun uzak noktasına eskiden de demirlediğimiz yere yakın biryere 9 metreye demirledik.

Geçen gelişimizde attığımız sepeteki salatalığı çok seven büyükçe bir ahtapotu tenceremizde misafir etmiştik. Sadun Abi'nin tarifinde anlattığı gibi kendi suyunda bol kimyonlu pişirdiğimiz ahtapot pek leziz olmuştu. Bu sefer sepet atmaya davranmadım.

Ertesi gün Satorini'ye bir önceki güne göre daha sakinleşmiş bir havada geldik. Daha önce de geldiğimiz Santorini adasının tek marinası aslında bir marina değil, balıkçı barınağı. Böyle olunca da çalışan sayısı az (bir kişi). Buna Yunanlıların çok da çalışkan olmadığı gerçeği ilave olunca iyi çalıştırılan bir liman çıkmıyor ortaya. Daha önceki gelişimize göre daha eskiyen ve yenilenmemiş, çoğu çalışmayan elektrik su pedestalları, beton rıhtımların üzerine yığılmış balık ağları... zaman burada durmuş. Tek olumlu gelişme çalışan bir kablosuz internet sistemi var barınakta. Defalarca yaptığımız VHF çağrılarına bir cevap alamayarak barınağa girdik. Bizi motorsikletiyle gelen barınak çalışanı karşıladı ve aborda olmuş teknelerin birinin üzerine biz de aborda olduk. Biz Yaklaşık 12 metre boy ve 3,9 metre en için elektrik-su dahil 28 €/gün ödedik. Santorini adası turistik bir yer. Ve her turistik yerde olduğu gibi insanları para harcamaya teşvik eden bir sürü şey var. Mümkün olduğunca bu para tuzaklarından uzak durmaya çalışarak, bu adadaki muhteşem gün batımını seyredip yolumuza devam edeceğiz.

Santorini’de bağlandığımız Vilykadha Balıkçı Barınağındaki bulunan balıkçılar, Yunanistan’ın diğer yerlerindeki balıkçılar gibi işlerini çok iyi yapıyorlar. Geldiğimizin ikinci günü karşımıza aborda olan ve binlerce metre yemli olta bırakıp toplayan mütevazi bir balıkçı motorundan bir sürü kılıç ve orkinos çıktı. Kılıçlar hemen kamyonetle götürüldü. Balıkçı, ilgiyle olayı seyreden bizim gibi yatçılara kilosu 15 €’dan sattı ayıkladığı orkinosu. Biz pek Akdeniz orkinosu meraklısı olmadığımız için bu alış-verişe girmedik.

Bu arada Yunanistan’da işsizlik olduğu hem doğru, hem de yanlış. Balıkçılık, hele balık ağlarını ayıklamak gibi zor işleri Yunanlılar yapmıyor. Küçük sayılabilecek bu ada barınağında bile onlarca Mısırlı balıkçı bu işleri yapıyor ve ekmeklerini kazanıyorlar. Türk olarak bize Türkiye’deki durumu sordular. Dilimiz döndüğünce Türkiye gerçeklerini anlatmaya çalıştık.

Sontorini günlerimizi rahatça geçirirken, sahil elektrik bağlantımızda sorun oldu. Gerçi güneş panellerinin sağladığı şarjla hem buzdolabı hem derin dondurucu, hem de iç aydınlatma rahatlıkla karşılanıyor. Ama invertörümüzde bir arıza olduğu için bilgisayarlarımızı şarj edemiyoruz. İnvertör arızası yeni çıktı. Pire’ye kadar yapmaya çalışacağım. Yapamazsam orada tamir ettirebilirim. Sahil elektrik bağlantımızda bir kısa devre var ve barınağın sigortalarını da attırıyor. Elektrik dervesi üzerinden fişden başlayıp sigortalara kadar uzanan bütün elemanları tek tek devre dışı bırakarak sonunda sorunu buldum. Jeneratörün polaritesinin uyumsuzluğu yüzünden bu sorunu yaşıyoruz. Elekrik kaynağımızı seçtiğimiz seçiciyi buradaki eleketrikçide bulduğum nötr kutubu da ayıran seçici üzerinden geçirip bir de garanti olsun diye öncesine çift kutuplu sigorta koydum ve artık sahil elektriği kullanabilmenin konforunu yaşıyoruz. Günün yorgunluğunu atmak için, arada iki kadeh ouzoyu da ihmal etmiyoruz..
Comments
Vessel Name: istanbul
Vessel Make/Model: van de stadt/norman 40
Hailing Port: istanbul
Crew: buket&ender yüce
About: hayat kısa, kuşlar uçuyor..

istanbul

Who: buket&ender yüce
Port: istanbul