sy/istanbul

13 March 2014
17 February 2014
10 February 2014
17 December 2013 | Las Palmas/Gran Canaria
25 November 2013 | Fuerteventura-Gran Tarajal
21 November 2013
07 November 2013 | Lanzarote
04 November 2013 | Lanzarote
28 October 2013 | Lanzarote
12 September 2013 | rabat
02 September 2013 | Cebel-i Tarık
08 August 2013 | Ibiza
01 August 2013 | Sardegna
15 July 2013 | Palermo
05 July 2013 | Trizonia
03 July 2013 | Trizonia
10 June 2013 | palamutbükü
31 May 2013 | marmaris
05 May 2013 | marmaris

AKDENIZE VEDA

28 October 2013 | Lanzarote
Bir sabah erken Almerimar'a veda edip kucaklaşıyoruz yine maviyle. 45 denizmili yolumuz var La Mona-Marina del Este'ye.

İspanya kıyılarında amatör balıkçılık çok yaygın, şimdilerde tatilin de etkisiyle, 200 beygir motorlara sahip polyester tekneler vızır vızır her yerdeler. Yola çıkmışız her şey istediğimiz gibi, yelkenleri donatmak için hazırlanıyoruz. Kaptan denizdeki kısmetimizi aramak için oltayı maviliklere sallandırmış. Yelken olayına girmeden bir daha bakınıyoruz
iskele-sancak, pruva-pupa neta mı diye, derken iskele kıç omuzluğumuzda ki teması görüyoruz, son sürat üzerimize doğru geliyor, ha açtı ha açacak diye bakıyoruz ama nafile, bizim eller kollar oynamaya başlıyor, bağırıyoruz diğer yandan İngilizce-Türkçe, bir anda bitiveriyor dibimizde, Ender çoktan toplamaya başladı oltayı ama adam öyle bir geliyor ki kurtulmak mümkün değil. Aramızda bir kaç metre kalıyor, çaprazdan geçiyor bizi cııırrtttcooorrrtttttzzz sesiyle gözlerim büyümüş halde kalakalıyorum, sonra bir anda makası almayı akıl edip Ender'e uzatıyorum, rapalamızı ve misinamızın (dakron denilen cinsten) bir kısmını hediye ediyoruz üstümüze çıkmaya niyetli İspanyol salatalığına, adamın umrunda bile değiliz, bizim eller kollar oynamaya başlıyor yeniden, küfür ediyoruz diğer yandan İngilizce-Türkçe..
Delirmek üzereyim, "geldin bizi mi buldun be kardeşim" demiyorum, kimseyi bulmasın böylesi, koca deniz arkadaş, ne kimsenin tepesine çık, ne de stres yaşat, efendi efendi git yoluna!!
Sinir elimi ayağımı titrettiyse de akşam demirlediğimizde yapacaklarımız ister istemez sırıtmamama sebep oluyor. Demir yerinin uygunluğuna bakıp mangal yapmayı planlıyoruz. Kırmızılardan küşleme (kuzu bonfile), beyti (kaburgadan) ve antrikot çıkıyor derindondurucudan, beyaz olarak tercihimiz ise Almerimar'dan aldığımız kanatcıklaaarr:))

9 saatlik seyrimiz rahat ve sorunsuz geçiyor, yola ilk çıktığımız da yaşadığımız can sıkıntısı da hafifliyor. 7 metreye demirimizi funda edip hummalı bir çalışma başlatıyoruz teknede. Mangal hazırlanıyor, masa donatılıyor, iki kadeh parlatılıyor cızz-coozz, kokular, dumanlar eşliğinde, manzaramız da süper, değmeyin keyfimize..
Sabah erken düşüyoruz Fuengirola yoluna. 44 denizmili, 10 saat sonra Ender'in daha önce Turca III teknesinden Julio ile inceledikleri Fuengirola Marinaya ulaşıyoruz. Marinaya girecekken, marina ağzında ki Turca III'ü görmek bizim için güzel bir sürpriz oluyor. Marinaya girmekten vazgeçip Turca III'ün yakınına 6 metreye demirliyoruz. Hemen Nilgün'le VHF'ten randevulaşıyoruz!! Tekneyi toparlayıp, biraz da yol yorgunluğumuzu atıyoruz Julio gelip bizi almadan önce. Bir başka günü daha batırmaya hazırız. Laf lafı açıyor ama çok da geç saatlere kalmamak lazım, sabah çok erken her iki tekne kendi rotalarına dümen tutacak. Turca III Cebel-i Tarık boğazını çıkıp Tarifa'ya (suyun gel ve git zamanlarını hesaplayıp) dümen tutacak, biz ise Gibraltar'a. Vedalaşıyoruz Nilgün-Julio ve Turca III ile nasılsa bir yerlerde rotamız kesişir temennisiyle.

Sabah yine erkenciyiz. Akşam iyi uyuyamadığımdan keyifsizim biraz. Bir süredir seyirden bir önceki gece uyumakta zorlanıyorum. Bu durum biraz heyecan, birazdan biraz fazla korkunun eseri. Cebel-i Tarık'a ulaşınca bizim için Akdeniz bitmiş olacak.
Aslında düşününce, içimi sıcak ve beni huzurlu kılan düşünceler kaplıyor ama sonra kendime "öksür bakalım afacan" dediğimde derinlerden kopup gelen korku "Kükreyen Kırklar/Roaring Fourties" (40. paralel ile 50. Paralel arasına deniyor, daha detaylı bilgi için google candır) tadında olunca ne gözde uyku kalıyor, ne ağızda tat!!

Yeni hedefimize, 51 denizmilini onbuçuk saatte yutup, enfes Cebel-i Tarık
dağının-kayasının (Rock of Gibraltar) denizden fırlayan 426 metre yüksekliğinde ki görüntüsü karşısında paralize olmuş, sürekli fotoğraf çekerek ulaşıyoruz.

Gibraltar'ın hayli ilginç bir geçmişi var. Eski çağda ki adı Calpe'ymiş. (İspanya anakarasında ki küçük Cebel-i Tarık denen Calpe'ye Almerimar'a gelmeden önce uğramıştık, kayaların yükseklik olarak aralarında sadece 100 metrelik bir fark var). Şimdi ki adı ise; Kuzey Afrika'nın fethi döneminde İslam orduları komutanı Musa bin Nusayr'ın hizmetine giren, Berberi komutan Tarık bin Ziyad'ın adını taşıyor. Arapçada "cebel" dağ demekmiş. Doğal olarak Cebel-i Târık, "Tarık'ın dağı" anlamına geliyor.

Cebelitarık 1462'de Araplardan (Tarık bin Ziyad Cebelitarık'ı 700'lü yılların başında fethetmiş) İspanyollara geçmiş, 1502'de resmen İspanyol topraklarına katılmış. 1713 tarihindeki "İspanya Veraset Savaşları"nı (1700-1713) sona erdiren Utrecht Antlaşması'yla İspanya'nın toprakları pay edilirken Cebelitarık İngiltere'ye verilmiş.

1713 yılında resmen İngiltereye bağlanan, 1830'da ise sömürge ilan edilen Cebelitarık'ın durumu İspanya-İngiltere ilişkisi içinde zaman zaman öne çıkan bir pürüz konumunda. Kendi isteğiyle İngiliz sömürgesi olarak kalmak isteyen Cebelitarık'ta sorunun çözümü için oylamalar yapılmış.
1967 yılında yapılan oylama da; İspanyol egemenliği red edilmiş.
1969 yılında yapılan oylama da; Cebelitarık halkı İngiltere'ye bağlı özerk bir yönetim olmayı kabul etmiş.
2002 yılında yapılan oylama da ise; İngiltere'nin, bölgedeki egemenliğin İspanya ile paylaşılması önerisine halkın %99 karşı oy kullanmış. Ne diyelim "Tanrı Kraliçeyi Korusun"

6 km² yüzölçümü, 35.000 nüfusuyla ülke olarak bayrağı ve marşı olan Cebelitarık Dünya üzerinde küçük bir alan kaplamasına rağmen iki ülke arasında sorun olmaya devam edecek. Netekim biz oradayken her iki ülkenin sahil güvenlik botları göz açtırmıyorlardı. İki ülkenin arasında ki demir yerine geçici bir süreliğine de olsa yatların demirlemesine müsade etmediklerini, Cebelitarık sınır girişinde (karadan) İngilizlerin işi yavaşlattıklarını protestolu uzun araç kuyruklarından öğreniyoruz.

Gibraltar'a ulaşıyoruz ulaşmasına ama giremiyoruz, almıyorlar bizi, marinalarında yer yok. Gibraltar havaalanının denize uzanan pistini kontrol ediyoruz sürekli, tepemize bir uçak iniş yapmasın diye, bu arada Ender pilot kitapta yazıldığı üzere marina ile VHF ile temasa geçme hazırlıkları yaparken ben de sancak gurcatada ki İspanyol bayrağının yerine İngiliz bayrağı ve Sarı/Qubec (gemi sağlık kurallarına uygundur, limana giriş izni
istiyorum -Uluslararası-) işaret flamasını çekiyorum. Marinadan aldığımız cevap bize "B" planını uygulatıyor, kaptan tekneyi gersingeri döndürürken bende sancak gurcataya yeniden İspanyol bayrağını hisa ediyorum ve La Linea'da ki Alcaidesa Marinaya gidiyoruz.

Cebelitarık'a gitmek istiyorduk çünkü hem yaptırmak istediğimiz tamiratlar, hem almak istediğimiz ekipmanlar var. Malum İspanyollar tatilde!! Bir de yeni yerler görme isteği var tabi:))
Alcaidesa Marina yeni yapılmış ve her türlü hizmete cevap verebilecek düzeyde, bağlanma fiyatları makul, nefis Cebel-i Tarık dağı-kayası (Rock of Gibraltar) manzaralı temizcecik bir marina.

Marinada yerimize bağlandıktan sonra ben tekneyi neta ediyorum, Ender ise ofise bir şeyler sormaya gidiyor. Teknenin kıçından birileri sesleniyor, çıkıyorum dışarı, isimlerinin daha sonra Barbara-Can olduğunu öğreneceğimiz bir çift duruyor pontonda. Barbara ve Can Almanya'da ikamet ederlermiş, şimdilerde Kaş'a yerleşmişler ve tekneleri Tethys'i Kaş'a götürüyorlarmış. Sohbet etmek için tekneye davet ediyorum hemen, Ender'in de gelmek üzere olduğunu söylüyorum, bir kaç saat sonra gelebileceklerini söylüyorlar, şimdilik vedalaşıyoruz. Ay ne güzel yeni birileri ile tanışmak, hele de kendi dilinizi konuşuyorlarsaa..
Tethys, Barbara ve Can'ı bir kaç gün sonra yolcu ediyoruz Kaş'a doğru iyi dileklerimizle birlikte.
La Linea'da hem dinleniyoruz, hem İspanyolların tembelliğine alternatif olan, Güney Afrikalı Eric'e bir takım işler yaptırmak ve siparişlerimizi temin etmesi için görüşüyoruz. İspanyol olmayan herkes onların tembelliğinden şikayetçi, yada İtalyan, yada Yunanlı.. Ne Akdenizmiş arkadaş..

Adına "siesta" (öğle uykusu, öğle kestirmesi) denilen bu illet, bir Akdeniz geleneği, 40 derece dolaylarında ki Akdeniz sıcağı, öğleden sonra çalışmayı zorlaştırdığından, demişler ki biz iyisi mi güneşin en keskin anlarında çalışmayalım zira çalışamıyoruz (12:00/12:30 başlayıp, 17:00/17:30 bazen 18:30'lara kadar süren) güneşin etkisi kırılınca kaldığımız yerden devam ederiz çalışmaya (!) demişler.
Çoooooooook uzun yıllar öncesini anlarım, ne teknoloji, ne klima, ne başka bir şey; ama şimdi neyin "siesta"sı, bas düğmeye ofis, dükkan, araba bir anda 19 derece. Bana bunlarla gelmesinler, sıcakta çalışamıyoruz filan demesinler, çalışmayı sevmiyoruz, tembeliz desinler.. ooh bee rahatladım:))

La Linea günlerimizi biraz tamirat, biraz dinlence ile geçiriyoruz. Fas rotamızı yaptık bile, Eylül ayında Ender'in ablası ve yeğeni gelecek bizi ziyarete.
Burada Fas ile ilgili bir sürü olumsuz şey anlatıldı bize, bir ara kafamız karışsa da, merak ediyoruz doğrusu bu egzotik Kuzey Afrika ülkesini.

Bir sabah çook erken palamarları çözüyoruz. O giremediğimiz Cebelitarık'a geçiyoruz bağlanıyoruz bir güzel, yok canım mazot alacağız sadece, karaya çıkmadan 450 litre alıp depomuzu dolduruyoruz.

Fas macerasının ilk durağı Tanca olacak, çok heyecanlıyız, Ender gel-git, akıntı hesaplarını yaptı, akıntının üstüne oturup ver elini Tanca..

Okyanusun ağzında, heyecandan yüreğim ağzımda..


Buket






Comments
Vessel Name: istanbul
Vessel Make/Model: van de stadt/norman 40
Hailing Port: istanbul
Crew: buket&ender yüce
About: hayat kısa, kuşlar uçuyor..

istanbul

Who: buket&ender yüce
Port: istanbul