Paris'ten Wiesbaden'a, Almanya'nın ortasındayız
01 May 2012 | Ren Nehri, Wiesbaden, Almanya
Nadire, hava yine yağmur, yine soğuk
Paris’ten çıkınca dar ama çevresi yemyeşil, üzeri küçük ve süslü köprülerle dolu Marne nehri başladı. Nehirlerde yol aldıkça her nehrin ayrı bir karakteri olduğunu farkediyor, hepsinde değişik kuşlarla tanışıyor, farklı bitki örtüsünü, köylerini, kasabalarını, nehir çevresindeki hayatı izliyorduk.
Amfreville’de başlayan irtifa havuzlu yolculuğumuzda 39 metre boyunda 5,05 metre enindeki tarihi mini havuzlardan 300 metre boyunda 36 metre eninde dev modern havuzlara kadar her çeşitte 200 kadar havuza girip çıktıkça konunun uzmanı olduk! İrtifa havuzları tekneleri nehirde merdiven çıkarıp indirircesine bazen 24 metre yükseltiyor veya alçaltıyor, trafiğin yoğun olduğu yerlerde 24 saat nöbet tutan havuzculara telsizle ulaşarak haber veriliyor, havuz hazır olunca kapaklar açılıyor, tekne içeri girip bağlanınca kapaklar kapanıyor, havuzun duvarındaki babalara bağlanılıyor, yükselecekseniz havuza su doluyor veya inişteyseniz su boşalıyor, tekne suyla beraber yükselir veya inerken ekip de halatları da alt veya üstteki babalara taşıyor. Seviye havuzun diğer yanındaki nehir seviyesine ulaşınca kapaklar açılıyor ve yolculuk yeniden başlıyor. Fransa’da nehir trafiğini VNF (Voies Navigables de France) adlı Fransa Nehir Yolları yönetiyor. Nehirlerde telsizle havuz nöbetçisine ulaşıp geldiğimizi bildirmemiz gerekirken küçük nehir ve kanallardaki havuzlarıysa kendimiz idare ediyorduk. Bu otomatik havuzlar merkezi bir programlama sistemiyle yönetildiği için her gün rotayı VNF’ye telefonla bildiriyor ve havuzları hazırlamalarını sağlıyorduk. Gerekirse bizi günün ilk havuzunda karşılayıp elimize bir uzaktan kumanda veriyorlar, havuza yaklaşırken uzaktan kumandayla kapakları açıp içeri girerek tüm mekanizmayı kendimiz yönetiyorduk. Bazı havuzlarda kumandaya gerek olmadan radar tekneyi görüp kapakları açıyor, bazılarında da havuza 200 metre kala nehrin ortasında bir direkten sarkan halata Tarzan gibi asılarak kapakları açtırmak gerekiyordu. Fransa’da havuzlarda su önden dolarken, girdap yapıp tekneyi savurabildiği için halatları devamlı yoklamak, boşunu almak, seviye değiştikçe yeni babaya geçirmek oldukça yorucu oluyordu. Marne kanalı gibi kilometrede bir havuz olan bölgelerde peşpeşe 34 havuz aştığımız günde oldukça zorlandıysak da havuzlarda yükseldikçe ortaya çıkan manzaralar, gördüğümüz şipşirin evler, çiftlikler, çiçeğe durmuş ağaçlar, inekler, kedi, köpek, kuğu ve ördekler, bize el sallayan çocuklar, yardımsever ve hoşsohbet VNF elemanları sayesinde çok mutlu günler geçirdik. Fransa’daki havuzlar eski teknolojiyle çalışan, irtifası genellikle 10 metre altında havuzlardı. Daha sonra Mosel, Main ve Tuna’daki yüksek teknolojili Almanya ve Avusturya havuzlarında yüzen, su seviyesine göre alçalıp yükselen babalar ve yandaki depolardan anaforsuz gelen su sayesinde tekneyi güvertemizin ortasındaki tek bir babadan bağlayıp bir daha halat değiştirmeden kahvemizi yudumlayarak sohbet etmek ise çok farklı bir deneyim oldu, bazen yük veya yolcu gemilerini beklemek dışında hiç sıkıntı çekmedik.
Marne nehrinin çarpıcı güzellikleri dışındaki diğer yenilik nehrin bazen bir köprü ile altındaki başka bir nehir dalı üzerinden geçmesiydi. Sarı çiçekler ve üzüm bağlarıyla süslü vadiler boyunca yükselirken peşpeşe gelen havuzlardan sonra önce 200-300 metre uzunluğunda bir dizi tünelden sonra Marne’ı Mosel ve Rhone nehirlerine bağlayan kanalda 1845’te insan eliyle kazılmış 4877 metrelik 5,5 metre enindeki Mauvages tünelinden geçtik. Günlerdir telefonla konuşarak ve havuzlar başında şakalaşarak arkadaş olduğumuz Fransız Nehir Yolları çalışanları tünelden geçerken yandaki daracık yoldan bisikletle bize eşlik ederken bir yandan da “Burdan geçen ilk Türkler sizsiniz” diyerek şaşkınlıklarını dile getirdiler. Tünelden sonra iyice daralan kanaldan Moselle nehrine doğru alçalmaya başladık. Marne kanalı bitişinde VNF programasyon bölge müdürü son havuza gelip ‘Keyif’ teknesinin sahipleriyle tanışmak için geldim, buraları ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim.’ diyerek ellerimizi sıktı, muhabbetle vedalaştık.
Marne kanalından Mosel Nehri’ne bağlanınca Fransa’nın güzellikleri arkamızda kaldı. Lüksemburg’la Almanya arasında sınır oluşturan, Unesco Dünya Mirası listesindeki Mosel Nehri’nde pırıl pırıl köyler, hala içlerinde yaşanan romantik şatolar, güneşe bakan yanları üzüm bağlarıyla süslü kimi zaman çok dik yamaçlar ve şarap kültürüyle yoğrulmuş başka bir dünyaya geçtik. Mosel hem tabiatıyla hem şipşirin kasaba ve köyleri, çevresinde piknik yapan, bisiklete binen, nadir güneşli günlerde sıcağın tadını çıkaran cana yakın insanları, kürekçileri, turist gemileri, üzüm bağlarıyla bizi büyüledi.
Çok yağmurlu ve çok soğuk bir bahardı, teknedeki kaloriferimiz hemen hemen hiç kapanmadı, kışlık giysilerimizi, şapka ve eldivenlerimizi çok nadiren çıkarabildik, defalarca sabahları uyandığımızda güverteden buz kazıdık. Mosel’in Alman kısmında soğuktan ve yağmurdan yakındığımız bir sabah palaları Hollanda bayraklı 2 çifte dümencili dört kürek teknesi en genci 70 yaşındaki kadınlı erkekli kürekçileriyle neşe içinde limana girip çardak altına kahvaltı etmeye gittiler. Hollanda’nın Breda kentinden kürek çekerek Almanya’ya kadar gelen bu yaşlı sporcuları fotoğraflarken yağmurdan ve soğuktan yakındığımız için utandık. Aynı günün akşamında şatosu ve şarabıyla ünlü Cochem kasabasında bağlandığımız iskele biz yemekten dönüp gelene kadar bir metre yükselen nehir sularının altında kalınca el incesiyle daracık limanın kara tarafındaki daha yüksek rıhtımdan koltuk aldık. Sabah uyandığımızda bu rıhtımın da sahildeki çimenler seviyesine kadar suyun altında kaldığını görünce gülüştük. 392 kilometrelik Mosel’de saatte 2-3 kilometre hızla arkamızdan iten akıntıyla gitmenin keyfini çıkardık, 28 irtifa havuzu geçtikten sonra Almanya’nın Koblenz kentinde Deutsche Ecke-Alman Köşesi’ni dönüp Ren nehrine girince 100 kilometre boyunca kazıyacağımız akıntıyla tanıştık.
Önümüzde nehirlerdeki yolculuğumuzun en çekindiğimiz yeri olan Ren nehrinin kitaplara ve destanlara konu olmuş Loreley akıntısı vardı. Nehrin dar ve yüksek bir vadide keskin kıvrımlarla saatte 8-10 kilometre hızla aktığı, adacıklar, kayalıklar ve sığlıklarla dolu 17 kilometrelik bu geçit yoğun mavna trafiği nedeniyle de Avrupa’nın en tehlikeli nehir geçişi sayılıyordu. Özellikle akıntıyı arkasına alarak gelen, bazen de önlerinde ikinci bir mavnayı da iterek yol alan 110 metre boyunda 14 metre enindeki dev mavnalar bu geçitteki dar virajları dönerken karşıdan, akıntıya karşı gelenlere yol vermeleri imkansızlaşıyordu.
Nehirde gece seyri yapılamadığından Loreley akıntısına sabah erken saatte girmek ve aydınlıkta ilerlemek için Sankt Goar kasabasının limanına öğleden sonra bağlandık ve Ren vadisinde ortaçağdan kalma şatoların birine tırmandık. Şatodan indikten sonra kasabayı gezerken nehrin taştığı senelerde suların ne kadar yükseldiğini gösteren işaret taşına bakıp ‘Bu gece nehir taşarsa ne yaparız, Keyif’i hangi kilisenin çan kulesine bağlarız acaba’ şakaları yaptık, bir yandan da birbirimizden gizli içimizden ‘İnşallah taşmaz bu yıl ama mübarek Nuh tufanı gibi de yağıyor.’ diye geçirdik. Ertesi sabah gün doğmadan uyandığımızda çok talihli olduğumuzu gördük, çekindiğimiz Loreley’e girerken tüm gezinin de en güneşli günlerinden birini yaşadık. Harita kitabı önümüzde, gözümüz derinlik göstergesinde, elde dürbün, yer yer saatte 8-9 kilometreyi bulan akıntıda kırmızı dubalar iskelede, yeşiller sancakta ilerledik, kör virajlarda bu geçide özgü nehir trafik ışıklarına bakıp kırmızı görmeyelim diye dua ettik, karşımızdan akıntıyla uçarak gelen mavnalar virajları bize dokunmadan döndükçe rahat nefesler aldık, geçişi tamamladığımızda kaptan Selim, bize yardıma gelen sevgili dostumuz Dr. Adem ve ben yürekten bir ohhh be çektik, genişleyip bir göl gibi rahatlayan ve güzelleşen Ren’in tadını çıkarmaya başladık. Nehirdeki bazı adacıkları ve nehri çevreleyen tepeleri süsleyen birbirinden güzel şatoların, nehir kıyısında bahçeleri üzüm bağlarıyla bezeli malikanelerin, akıntının rahatlamasıyla yeniden ortaya çıkan zarif kuğuların, daima eşleriyle beraber gezen ördeklerin fotoğraflarını çekerek Wiesbaden kentinin Schierstein Marina’sına bağlandık. En yakın denize 500 km mesafedeki bu ‘Marina’daki yelken, yüzme ve kürek kulüplerine hayran olduk. Onaltı euro verip bağlandığımız pontondan Ren Nehri üzerinde uçuşan yelkenlileri, süzülen tek, iki ve dört çifte kürek teknelerini, dragonboat’ları seyrettikçe denizde değil, nehirde olduğumuza inanamadık.