Ünlüler adası St. Barts
01 February 2013 | St. Barthelemy, French West Indies
Nadire, lüks hayat
31 Ocak'ta Anguıllaidan çıkışımızı aldık, 1 şubat sabah 7:30'a demirimizi alıp Anguilla'nın kuzeyinden St. Barts'a yol verdik, Anguilla'nın kuzey burnunu dönünce Atlantik Okyanusu bizi karşıladı, dalgalarında biraz zıpladık, bir buçuk ay önce buralardan nasıl da heyecanla St. Marteen'e doğru yol aldığımızı hatırladık, uzun okyanus geçişini düşündük. St. Barts'a 5 mil kala oltamıza bir dokunan oldu ama kaçtı, sushi hayallerimiz suya düştü, yaklaşık 7 saatlik yelken seyri ve Gustavia limanında yer arama çabalarından sonra limanın yarım mil kadar dışındaki Corossol adında bu adanın en eski köyünün önüne demir attık.
Ünlüler adası St. Barts.'a gelirken Pupa Yelken'de Sadun Boro ustadin bu adayla ilgili 1966 yılında, ben bir yaşında bir bebekken yazdıklarını okudum, kitaptaki resme daldım gittim. O zamanlar bomboş olan limanın içinde şimdi, dünyanın hiç bir yerinde görmediğimiz kocaman yelkenliler neredeyse milyar dolarlık dev motoryatlarla yanyanalar. Bizim gibi yelkenlilere hiç yer kalmadığı gibi, yer olsa da oraya girmek çıkmak değme cambaz yelkencinin yapacağı iş değil. Önce içerde tonoz bulamadığımıza bozulduk, bir de gidip limana baktık ki, manevradan hiç çekinmeyen Selim Kaptan bile 'Aman iyi ki de yer yokmuş, nasıl girip çıkardık buradan.' demekten kendini alamadı. Adanın başşehri Gustavia kasabası hala çok güzeldi, lokantalarına kafelerine uğramadığımız, alışverişlerimizi de St. Marteen'le Anguilla'da makul fiyatlarla yapmış olduğumuz için bize pahalı da gelmedi, bir tek liman ücreti diye iki güne 28 euro aldılar, aslında kendi çapamızla Allah'ın koyunda demirdeyiz, ne hizmet alıyoruz limandan belli değil, ama itiraz etmek boş, ada ekonomisine katkı oluyor diye verdik gitti. Ayrıca bu adada şimdiye kadar gördüğümüz en kolay gümrük muamelesini gördük, pasaportlarımıza bile bakmadılar! Hani ille de baksın diye liman müdürünün burnuna teknenin kağıtlarını soktuysam da 'Lazım değil, görmeme gerek yok.' dedi, 'Eh bari pasaportumuza bir damga vurun, hani vizeniz diye sorun.' diyecek oldum, 'Ne yapayım pasaportunuzu, buyrun adamıza.' diyiverdi, eh biz de bu adayı çok sevdik haliyle.
St. Barths'ta sanki bir Fransız kasabasındaydık. Üç günde sadece iki tane zenci gördük, fakirlik, sefalet hiç denecek kadar az, her şey düzenli, tertemiz, şıktı. Kadınlar çok güzel, erkekler çok yakışıklı, çocuklar çok şirindi. Kasabada Cartier, Hermes, Ralph Lauren gibi butikler sıra sıra dizili, başka da adını bilmediğimiz, üzerinde fiyat olmayan malları sergileyen dükkanlar dolu, pastane, fırın ve süpermarkette ise fiyatlar makul, St. Marteen ayarında, satıcılar çok dost canlısıydı. Mayo ve yüzücü gözlükleri satan bir dükkanda suda düşürdüğüm kulak tıpalarımın ve burun tıkacımın aynısını 6 euroya buldum, eurom yok deyince adam tıpaları cebime koydu, olunca verirsin diye gülerek beni yolcu etti. Buralarda botumuzu zincirlemeye hiç gerek olmadı!
Demir yerinde çevremizde adanın yerlisi tekneler tonozlara bağlılardı. Bir kaçında irili ufaklı şirin ve akıllı köpekler vardı. Fransız ahali köpeklere ve çocuklara çok meraklı. Teknelerinde çocuklarıyla beraber yaşayan genç çiftler çokça. Hele yanımızdaki teknedeki veletlerin biri henüz ancak vardavela tellerine tutunarak ayakta durabiliyordu, nasıl şirindı anlatamam. Yarım mil mesafedeki limana Hobie Mirage marka şişme kanomuzla pedal basarak gidip gelirken iki beygirlik motorumuz var diye dalga geçiyorduk, ahalinin çok hoşuna gidiyordu. Teknenin dibini temizlerken bitirdiğimiz tüpümüzü doldururken dalış klübünün hocası Türk olduğumuzu öğrenince 'Aaaa, ben Kemer'de de çalışmıştım, çok severim Kemer'i, çok güzeldir diyip işimizi 5 euroya halletti. Sonra limanın arkasında Shell Beach dedikleri yere kadar gittik, hakikaten de dedikleri kadar varmış, bütün sahili rengarenk deniz kabuklarıyla dolu böyle bir kumsal hayatımızda hiç görmemiştik. Kendimi tutamadım, çocukluğumu hatırlayıp Selim'in 'Yeter, ne yapacaksın bunları?' itirazlarına aldırmadan bol bol kabuk topladım. Akşam cumartesi gecesi eğlence olur diye yine Gustavia'ya bu sefer botumuzla gittik, ama kasabada hiç hayat yoktu, çok şaşırdık. Geç olmasa Anguilla'ya reggae dinleyip dans etmeye giderdik diye dalga geçerek teknemize erkence döndük.
Sabah karışan ve epeyce yağan hava öğlene doğru açıldı, hafif bir esinti yeniden başladı, güneş açtı, saatlerdir otopilotun alarmından ana kamaraya paralel bağlamaya çalışan Selim kıçaltında girdiği delikten çıktı, ben de sintine temizliği, yemek gibi teknik olmayan işleri bitirdim, havuzluğumuza kurulduk, etrafımızdaki birbirinden güzel tekneleri, ikide bir başını sudan çıkarıp yanımızdan merakla bize bakıp merhaba yapan, sonra da dalıp kaybolan deniz kaplumbağalarını, yelken antremanına çıkan optimist ve laserleri seyrederek keyif çattık.
Akşamüstü rüzgar iyice azaldı, sonra kalmadı. Biz de tekne dibi temizleme seansımızdan sonra yine şişme kanomuza binip bu sefer de Corossol köyünü gezmeye gittik, minicik şipşirin, rengarenk boyalı, kedili köpekli evler, temiz sokaklar, yemyeşil ağaçlar ve rengarenk çiçekler arasından yürüdük, köyün taş fırınından gelen kokulara dayanamayıp bir pizza aldık, küçük kumsalda, günbatımında demirdeki teknemizi ve çevrede yelken yapan muhteşem güzellikteki yelkenlileri izleyerek piknik yaptık.
St. Barts'taki son günümüzde Fatty ve Carolyn Goodlander çiftinin tanışmamızı istediği seramik, çömlek ve opera sanatçısı, ressam, atelye sahibi ve yelkenci Jennifer May'le buluştuk. Jenny Tanzanya'da doğmuş, İngiltere'de okumuş, 21 yaşında tekne yapmaya karar vermiş, ama bu işi İngiltere'de yapamayacağını anlayınca sevgilisiyle Karayip'lere gelmiş, sevgilisi onu St. Barts adasında perişan bir teknede cebinde 10 pound'la terkettiği sırada limanın içinde bir sandalda kürek çeken Loulou'yla tanışmış. Şimdiki eşi Loulou'yla birlikte hayalindeki yelkenliyi inşa edip Amerika'nın doğu yakasını ve bütün Karayipleri dolaştıktan sonra Atlantik'i geçip Türkiye sahillerine kadar gelmiş ve dönüp St. Barts'a yerleşmişler. Loulou artık denize çıkamadığından sevgili teknesi Pluto'yu satmak zorunda olan Jenny çok üzgündü, bizim hikayeleri dinledikçe biraz neşelendi. Galerisi ve atelyesi limanın içinde, önünde çok şirin yelkenliler bağlı, bahçesinde bir bindirme skiff kürek teknesi vardı. Kırk yıllık kürekçi Selim bu tekneyi kim kullanıyor sorusuna niye sen kullanmıyorsun yanıtını alınca tekneyi suya indirdiğimiz gibi ayaklığını, oturağını, karbon küreklerini takıp Gustavia limanından Karayip denizi'ne açıldık, uzun aylar sonra hem de Karayip Denizi'nde kürek çekmenin keyfiyle Selim tutmasam ada turu atacaktı! Kısa süre sonra kendi yaptığı sandalla yanımıza gelen Jenny'le de biraz yarıştık, sonra onları teknemizde ağırladık, St. Barts'ın renkli simalarından biriyle böyle güzel bir gün geçirdik. Yola çıkmadan önce son alışverişler için markete gittiğimizde ilginç bir tesadüf oldu, tereyağını burdan mı alsak diye aramızda konuşurken bir hanım yanımıza gelip yoksa siz Türkçe mi konuşuyorsunuz demez mi! Gönül Hanım ve eşiyle de böylece tanışıp ahbab olduk, işleri dolayısıyla neredeyse tüm dünyayı gezmişler, en çok St. Barts'ı sevip burada ev alıp yerleşmişler. Onlarla da beraber kahve içip Türkiye'den, Almanya'dan, çoluk çocuktan, bu ada hayatından sohbetler ettik, hemen gideceğimize çok üzüldüler, bir daha yolumuz düşerse buluşmak üzere sözleşip sarılıp ayrıldık. 5 Şubat günü saat 11:30'da demirimizi alıp yağmurlu karışık bir havada St. Barts'a elveda dedik, St. Thomas adasının Charlotte Amalie limanına yol verdik.