sy/istanbul

13 March 2014
17 February 2014
10 February 2014
17 December 2013 | Las Palmas/Gran Canaria
25 November 2013 | Fuerteventura-Gran Tarajal
21 November 2013
07 November 2013 | Lanzarote
04 November 2013 | Lanzarote
28 October 2013 | Lanzarote
12 September 2013 | rabat
02 September 2013 | Cebel-i Tarık
08 August 2013 | Ibiza
01 August 2013 | Sardegna
15 July 2013 | Palermo
05 July 2013 | Trizonia
03 July 2013 | Trizonia
10 June 2013 | palamutbükü
31 May 2013 | marmaris
05 May 2013 | marmaris

Italya ya Veda

02 September 2013 | Cebel-i Tarık
Sardenya'ya sabah 10 gibi, 46 saat süren ve bizi çok da yormayan bir seyirle ulaşıyoruz. Rotamızda küçük bir değişiklik yaparak Teulada limanına değil de, fazladan 35 denizmili yaparak Calasetta'ya ulaşıyoruz (toplam 256 denizmili). Bu seyir diğer gece seyirine göre (İthaka-Rocella Ionica) daha konforlu olduğundan (iri dalga hemen hemen yok gibiydi) gece nöbetine bile yazılıyorum.

Batıya doğru gittiğimizden akşamüstü teknenin pruvasını seyretmeye doyamıyoruz. Alı al, moru mor, sarılar, turuncular, kızıllar insanı hayretler içerisinde bırakacak cinsten. Hava iyice karardığında ise üstümüze adeta binlerce yıldızın serpiştirildiği siyah kadifeden bir perde seriliyor. Boynum acıyana kadar yıldızlarla dolu gökyüzünü seyrediyorum, sonra gözlerimi karanlığa alıştırıp etrafı kolaçan ediyorum, sonra yine gökyüzünü seyre dalıyorum ama asıl güzellik dümen suyumuzda. Samanyolu gökyüzünden inmiş sanki bizi takip ediyor. Etrafı kontrol ederken farkediyorum peşimizsıra dümen suyumuzda dönen ışıltıları. Önce "ay bir şeyler oluyor, bu da nesi" dediysem de sonra anlıyorum ki teknemizin dümen suyunda dönen "yakamoz ışıltıları"..

Calasetta'ya geldiğimiz de marinaya mı girsek demirde mi kalsak derken, "şimdilik demir atalım nasılsa ikmaller için marinaya gireriz" diyoruz. Demirde duran bir kaç teknenin bulunduğu yere bizde demirimizi funda ediyoruz. Yorgunuz hayli ama önce kurtulmamız(!) gereken onbeş kilo civarında, bir gecedir teknenin kıçında yatan ve Ender'in hemen hemen her yarım saatte bir deniz suyuyla suladığı orkinosumuz var. Avrupa'da gördüğümüz herkesin bayılarak yediği bizim ise maalesef yemekten keyif almadığımız bir balık cinsi orkinos (ton), ha marketlerden satın aldığımız konservesi hariç tabi!!
Biz demirimizi atmış neta olmaya çalışırken yakınlarımızda dolaşan ve içinde iki kişi olan şişme botu görüyoruz. Ender adamları el-kol işaretleriyle tekneye çağırıyor ve ingilizce adamlara "karşılıksız" balığı vermek istediğimizi söylüyor. Adalı olan adamlar tabi ki bizi anlamıyor, hemen "bedava"nın ve "vermek" fiilinin İtalyanca karşılıklarına bakıyorum sözlükten. Adamların halleri gerçekten görülmeye değer, sanırım bana da birileri iki kilo "lüfer" verse bende ki coşku da görülmeye değer olurdu. Sevinç dalgasının ardından adamlar bizi, ki yaptıkları işaretlerden anladığımız ve konuşmalarından yakaladığımız kadarıyla liman da yemek yemeğe davet ediyorlar, kibarca teşekkür edip, herhangi bir şey istemediğimizi belirtiyoruz tekrar tekrar. Onlar da bize yeniden teşekkür edip limana doğru yollanıyorlar. Balıktan kurtulup, tekneyi neta ettiğimize göre artık biraz dinlenebiliriz.
Ender uykuya daldı bende yatmak üzereydim ki teknenin kıçından gelen seslere kulak kabartıyorum evet evet biri bize sesleniyor. Dışarı çıktığımda adalı iki adam ellerinde iki şişe Sardegna şarabı, yüzlerinde kocaman gülümsemeyle bana bakıyorlar. Şarapları almamak kabalık olacağından teşekkür edip alıyorum şişeleri, onlar uzaklaşırken ben elimde şişelerle içeri giriyorum çünkü "yatak beni çağırıyooor".

Yol yorgunu olduğumuzdan ne botu indiriyoruz haliyle ne de karaya çıkıyoruz, yemek yemek ve uyumakla geçiriyoruz ilk günü. Dinlenmiş olarak uyanıyoruz ertesi gün, ödülümüz ise sucuklu, menemenli bir kahvaltı. Teknenin ufak tefek toparlanmasının ardından, şişme botumuzu denize indirip kıçtan takma motorumuzu takıyoruz, karaya çıkacağız keşif yapmaya, hahaa hevesimiz balon gibi patlayıveriyor. Yüz ifadelerimizden hangimizin daha üzgün olduğunu kestirmek güç. Motorumuz çalışmıyor, içimiz şişiyor!! Ender bana oranla ekstradan bir de gergin, asılıyor küreklere hayır demir yeri bu kadar esmese iyiydi, sırılsıklamız. Karaya çıkmak için Ender rüzgara karşı kürek çekiyor, maalesef ancak dönüşte rüzgar kolayımıza olacak. Allahım git git bitiremiyoruz 100 metrelik mesafeyi, sinirler tepede zor atıyoruz kendimizi karaya. Yerli botların bağlı olduğu iskele gibi bir yere yanaşıyoruz, iki tane de balıkçı kayığı var, bir tanesi biz tam iskeleye ulaştığımızda yerinden çıkmak için manevrasını yapıyordu adamın biri de botun halatını veriyordu. Diğer balıkçı motoruna bizim kıçtan takmayı gösterip çalışmadığını anlatıyoruz, bu işten anlayan bir usta var mı diye soruyoruz, ingilizce yada türkçe (!) bilmeyen adamlar valla nasıl oluyorsa anlıyorlar bizi ve iskeleden ayrılan bir arabayı ıslık, bağrış, işaretlerle durduruyorlar, aa az önce balıkçı motorunun halatını boşlayan adam. Meğer motorcu ustası değilmiymiş!!
Çok geçmeden anlıyoruz ki aslında değilmiş, adam beş-on dakika kan, ter içinde motorla uğraşıyor, bizde meraklı gözlerle bakıyoruz ama nafile.
"Götürmemiz lazım, yarına ancak tamir olur" diyor. Çaresiz tamam diyoruz, adam bizden telefon numarası istiyor, "yok ki" diyoruz "sen telefon numaranı ver biz seni arayalım" diyoruz "yada motorun işi bitince sen bize e-mail gönderirsin" diyoruz, kafası karışıyor "vaktiniz var mı" diyor, "olmaz mı" diyoruz, tamam benimle gelin diyor, bu arada belirtmek isterim ki, bu konuşmaların %80'inde vücut dili kullanılıyor. Motorumuz Ender ve ben biniyoruz adamın arabasına üçyüz metre ileride iniyoruz, asıl işin erbabıyla tanışıyoruz valla "Massimo Usta" sağolsun şıppadanak tamir ediyor motorumuzu, motorun arızası ise karbüratöre kaçan pislikmiş, oh be 30€'ya dünyalar bizim oluyor.
Tekrar hep birlikte botumuzun olduğu yere dönüyoruz, yerine takıyoruz motoru, çekiyoruz marş ipini ve duyduğumuz tor toor torrr toorrrrrrrrrrrrrr sesi nasıl mutlu ediyor bizi. Tekrar teşekkür edip vedalaşıyoruz, grazie mille Massimo, grazie milleee:))

Ender, ben ve yerine yeniden gelen keyfimizle birlikte Calasetta'yı keşfe çıkıyoruz. Daracık, dümdüz ve uzun upuzun sokaklar, iki katlı şirin evler, plajlar, anakara yada Sicilya'ya oranla burada daha sık gördüğümüz Tunuslular, pizza ve makarnacılar, cafeler bir de genel olarak Akdeniz'in ve İtalyanların sembolleri olan "Latin (Lateen) Yelkenli" tekneler Calasetta'nın ana hatlarını oluşturuyor.
Son İtalyan limanımızda pizza ve makarna stoğu yapmak için arayıştayız. Bulduğumuz restaurantın, gerçi restaurant dediğime aldanıp görüntüye dair çok fazla bir şey beklememek gerekiyor ama lezzetler konusunda menüden gözünüz kapalı seçim yapsanız bile memnun kalacağınız bir sonuç alacağınıza kefiliz. Mekanmızın adı, odun ateşinde pişirilen anlamına gelen "Forno a Legna". İlk lokmaları mideye indirdikten sonra, yüzümüze yayılan "işte bu" gülümsemesiyle "iyi ki gözümüze takılan yoğun dumanı takip etmişiz" diyoruz. Sonra ki günlerde de Forno a Legne'ya gitmeye devam ediyoruz.

Burada bir kaç gün geçirdikten sonra, son gün marinaya girip ikmallerimizi yapıp Balear Adalarına doğru gitmeyi planlıyoruz, hava durumunu da sürekli kontrol ediyoruz tabi.

1 Ağustos 2013 saat 16:00 da palamarlarımızı çözüp Menorca'ya doğru dümen tutup, Calasetta'yı ve doğal olarak Sardegna'yı ve doğal olarak İtalya'yı dümen suyumuzda bırakıyoruz.

203 millik yolu 43 saatte alıyoruz. Yola ilk çıktığımızda rüzgar tam istediğimiz gibi ama sonrasında hava kalıyor. Dalga da olmayınca bezik oynayarak zaman geçiriyoruz. Candy Crush haricinde ikili oyunlarda bezik, domino, kelime oyunu (scrabble) bizim favorilerimiz.
Sabaha karşı Menorca'ya yaklaştığımız saatlerde berbat bir güneyli rüzgar ve dalga karşılıyor bizi. Önce Ender'in demir yeri olarak belirlediği Binissafuller'e geliyoruz, demirimizi atıyoruz. Hemen tumba yatak lakin solugandan (ölü dalga) durulmuyor. Sersem gibiyiz, Ender bu kadar mili, bu kadar saati dövünmek için mi geldik, bence demirimizi alıp uygun bir koy arayalım, en olmadı Mallorca'ya devam ederiz diyor. Adanın güneyindeyiz ve güneye kapalı bir koy bulmak için "vira bismillah" diyoruz. İki saatlik arayışın ardından nisbeten güneye kapalı Cala en Porter'e ulaşıyoruz. Cam gibi sulara, hatta turkuaz renginde olan cam gibi sulara yaklaşık altı metreye demirimizi atıyoruz, çapayı ve zincirin baklalarını çok net görebiliyoruz.
Demir yerimiz nefis bir koy, kara kısmını da Marmaris-Armutalan'a benzetiyorum. Bence sıradan, ruhu olmayan, tatilcilerin isteği her şeyi bulabilecekleri bir yer. Ama "Mahon" öyle mi!!

Menorca'nın merkezi Mahon. Cala en Porter'den otobüsle onbeş-yirmi dakika da ulaşabiliyorsunuz Mahon'a.
Ada çiçek gibi, resmen "bal dök yala". Bizim kıl payı kaçırdığımız balık pazarı, Avarca adı verilen geleneksel sandalları, kristal berraklığında ki denizi, Mahon peyniri bir de İspanyolları çok meşhur. Menorca'yı bizde ki Bodrum-Gümbet yada Dalyan-Köyceğiz'e benzetiyoruz. Ada'da İspanyollar azınlıktalar, hem yerleşik hemde turist olarak çok fazla İngiliz var.

Bu arada peynir deyip geçmemek lazım, Menorca peynir üretimi için önemli bir merkez ve Avrupanın en saygın tesislerinden birine ev sahipliği yapıyor. Bu işletme aslında bir aile işletmesi ve saygın tesis ünvanını almadan bir asır önce çiftçilere tohum, tarım ürünleri, mutfak malzemeleri satarlarmış. Aileye ödemeler peynir bazında yapılınca "biz bu peynirleri yemekle bitiremeyiz bari yeni saklama koşulları bulalım ziyanlık olmasın" durumundan hareketle yeraltı kilerlerinde bir takım yeni yaşlandırma teknikleri uygulamışlar. Bu teknikler başarıya ulaşınca tohum yada mutfak malzemeleri satmak yerine peynir satmaya başlayan aile bugünlere gelmiş.
Peynirler üç haftadan iki yıla kadar yaşlandırılıyor. Yaşlanma süresi ne kadar uzun olursa peynir de bir o kadar lezzetli oluyor.

Gelelim Avarca Sandaletlerinin hikmetine. Balear adalarının ama özellikle Menorca'nın sembolü olmuş bu sandaletler. Eskiden çiftçilerin ve sade suya vatandaşların giydiği bu sandaletlerin üst kısmı deriden, tabanı ise dayanıklı olması için kullanılmış otomobil lastiğinden yapılırmış. Günümüzde ise üst kısım yine deri ama tabanı otomobil lastiği görünümünde kauçuktan yapılan Avarca'ları çoluk çocuk, yerli, turist, ben dahil herkesin ayağında görmek mümkün :))

Bu arada İtalya pilot kitabının ve bayrağının yerini İspanya pilot kitabı ve bayrağı devraldı. Pizza ve pastanın yerini de paella ve tapas:))

Dört günlük Menorca dinlencesini tamamlayıp, 139 denizmili ve 29 saatin ardından Mallorca'yı pas geçerek Ibiza'ya ulaşıyoruz. Cala Talamanca demir yerimiz. Demirli onlarca teknenin arasında biz de kendimize bir yer buluyoruz.

Ibiza Balear adalarının üçüncü büyük adası. Club müziğinin dünyaca ünlü grup ve dj'lerinin sabahlara kadar müzik yaptığı ve enteresan şovlara imza attığı gece hayatı ile dünyanın sayılı eğlence merkezlerinden. Bizim eğlence anlayışımızla pek bağdaşmayan Ibiza'nın çılgın ve renkli gece hayatını, bundan keyif alacak olanlara bırakıyoruz.

Biz daha ziyade Dalt Ville yani Yüksek Şehir'le ilgileniyoruz. Şehre yukarıdan bakan ve enfes bir manzaraya sahip kalenin surlarının arkasında gizli kalmış hazine gibi. Ada'da yaklaşık 400 yıl Arap'ların hakimiyeti sürmüş. Daracık sokaklar, Arap mimarisinin etkisinde ki yapılar, hediyelik eşyalar satan dükkanlar, restaurantlar, turistler, turistler ve turistlerle dolu kaleiçi..

Kaldığımız süre içerisinde adanın gece alametleriyle ilgilenenler ortaya çıkarlarken, oluk oluk insan akarken sokaklardan biz teknemize dönüyoruz. Gece demir yerinin seyrine doyum olmuyor, onlarca teknenin yaktığı demir feneri "gezgin yıldızlar" gibi görünüyor. Hele bir gece ansızın başlayan ve dakikalarca süren havai fişek gösterisi, tarafımdan çığlık ve tezahüratlarla karşılanıyor. Sevdik sevdik burayı da sevdik!!

Bir de aklımın takılıp kaldığı ancak yeniden Akdeniz'li olduğumuzda keşfedebileceğimiz, hakkında çok şey duyduğum ve okuduğum Akdeniz'de ki Karayipler olarak betimlenen Ibiza'ya çok yakın, Balear adalarının en küçüğü olan Formentera var ki, bir kaç sene daha bizsiz yapabileceği kanaatindeyim.


Genel olarak Ibiza'yı toparlayacak olursam; güzel, gerçekten güzel İspanyol dilberleri, denize çırılçıplak giren kadın ve erkekleri, nefes kesen manzaralar ve günbatımları, sangria (bol buzlu ve meyveli içilen bir çeşit şarap) ve sınırsız çeşitte ki kokteyleri, Ibiza Wall Lizard denilen ve Balear Adalarında görülebilen ama daha çok Ibiza'ya ait şirin mi şirin kertenkeleleri, çılgın gece clubleri ve gece hayatı, yoğun kalabalık, ve turkuaz renkli sularıyla daha çok uzun yıllar cazibe merkezi olmaya devam edecektir.


Ibiza sonrası yol planımız ise adalara-modalara veda edip İspanya anakarasında bazı yerlere uğrayarak Almerimar'a gidip hem bir takım tamir işlerimizi yapmak-yaptırmak hem de Marmaris Yacht Marina'dan arkadaşlarımız (iki İsviçre bayraklı,bir Avusturya bayraklı tekne, onlarda bu sezon Atlantik geçişlerini yapacaklar) ile buluşmak.

Artık okyanusa yaklaştığımız her mil beni heyecanlandırıyor ve bu heyecan duygusu korkumu çok az bastırabiliyor..

Buket



































Comments
Vessel Name: istanbul
Vessel Make/Model: van de stadt/norman 40
Hailing Port: istanbul
Crew: buket&ender yüce
About: hayat kısa, kuşlar uçuyor..

istanbul

Who: buket&ender yüce
Port: istanbul